VEDAT KAN


SAHİPSİZ MEMLEKET 3

.


 

Nereden gelmiştir bu “sahapsız memleket” kavramı? Kimler üretmiş, dilimizin en başköşesine nereden de yerleşmiş bu kelime? En küçük bir olumsuzluk karşısında hiçbir izin ve düşünme olgusuna bile gerek duymadan hemen ağzımızdan çıkan “he gardaş he, nasıl olsa sahapsız memleket” zırhı. Ve öyle bir zırh ki; zengini de, fakiri de işine gelmeyen bir durum olduğunda anında dilinden takınıverir.

İşine gelmeyen dedim dikkatinizi çekerim. Uzun zamandır lügatimizde olan bu kavramın kullanıldığı yerlere ve durumlara bir göz atmanız yeterlidir. İşimize gelmeyen, menfaatimize ters bir durum olduğunda kullandığımız bu kavram dilimize kim veya kimler tarafından yerleştirilmiş acaba hiç düşündük mü?

Yıllardan beridir hep söyleriz; bizleri bir araya getiremeyen, kolektif çalışma ruhumuzu hayatiyete geçiremeyen, iki kişinin dahi ortaklaşa iş yapmasını engelleyen birçok özelliklerimiz olduğu söylenmektedir. İki yüzlülük, dedikodu, laf taşıma, çekememezlik, adam kayırma, kıskançlık ve adam sendecilik. Bu kavramlar acaba bir DADAŞ ın kavramı olabilir mi? Bu kavramların özelliği ortalama 7000 yıllık bir geçmiş zenginliği olan bir yöre halkına ait olabilir mi? Yazarken bile etlerimin diken diken olduğu bu çirkin özellikler ERZURUM denilen bir şehre ve bu şehrin insanına ait olabilir mi? Allah aşkına bu şehrin yaşayanı olarak, bilhassa bu şehrin yerleşik halkı olarak, aynaya bakan hangi insanımız bu özellikleri kendisine yakıştırır. Ve bu durum sadece Erzurum için mi geçerlidir?

Hangi insanımız aynaya baktığında ben “dedikoducuyum” diyebiliyor. Hangi insanımız aynaya baktığında ben “ ikiyüzlüyüm” diyebiliyor. Hodri meydan işte; kim aynaya baktığında ben” laf taşıyıcıyım” diyebiliyor.

Kimse. Kimsenin dediğine de inanmıyorum. Bu şehrin insanının böyle özelliklere sahip olacağına kimse beni inandıramaz. Bu memleketin havasından ciğerlerine oksijen çeken, bu memleketin toprağından kursağına bir lokma ekmek giren, bu memleketin taşından bir adım iz bırakan hiçbir insanın bu özelliklere sahip çıkacağına ve sahip olacağına ben inanmıyorum.

İnanmıyorum, çünkü bağrında sayısız evliya, âlim, sanatçı yetiştirmiş bir topraktan böyle ayrık otu bitmez diye düşünüyorum. Bağrında kahraman analar, bacılar, ağabeyler yetiştirmiş bir milletten sütü bozuk çıkmaz diye düşünüyorum.

Bu toprağın insanı töresine, toyuna, gelenek ve göreneklerine düşkündür. Sevgi gösterir, saygı gösterir, baş üstünde taşır. Aşını ekmeğini paylaşır. Daha düne kadar bayram sofrasında misafir olmadan yemeğe oturmayan bir zihniyetten, bugün yabancı seviciliği adını çıkarmak pes doğrusu.

“Sahipsiz memleket” her ne kadar basit bir cümle olarak beynimize kazınsa da, içerik bakımından, mana ve derinlik bakımından da  çok su kaldıracak ifadeler çıkarabiliriz. Kendi menfaatlerimizin zıddına oluşan her durumda kullandığımız bu kavram aslında temelinde inkârcılığı, iftirayı ve hatta asıl riyakârlığı bize empoze etmektedir. Farkına varmadan iğrenç olarak nitelendirdiğimiz bu sıfatları bir kelime ile bilinçaltımızda boynumuza asmış bulunmaktayız. Hem de kim veya kimler tarafından bize yamalandığını bilmediğimiz bir şekilde.

Şimdi aynaya baktığımız ve “sahapsız şehir” diye nitelendirdiğimiz zaman ortaya şu sonuç çıkmaktadır. Bu şehirde asırlardır kimseler her hangi bir çalışma yapmamış. Asırlardır bu şehir kendi ayaklarının üzerinde, kendi çabaları ile halkının çalışmaları doğrultusunda bu günlere gelmiştir. Bırakın asırları son yüz yıl içerisinde bu şehirde yaşanan bütün olumsuzlukların tek müsebbibi sahipsiz oluşumuzdan kaynaklanmaktadır diye düşünmekteyiz. Peki, olumlu gelişmelere ne oldu, onları da yine kendi başımıza mı yaptık? Kimselerin yardımı olmadan, kimselerin eli değmeden mi?

Etmeyin eylemeyin, Allah aşkına biraz insaf, bırakın yüz yıl öncesinde olanları, son yüz yılda yaşayan ve bu şehre bu şehrin insanına hizmet etmiş onlarca insanımızın emeğini-hakkını inkâr etmeyin. “sahipsiz memleket” diyerek iftira atmayın. Sırf kendi menfaatlerimiz olmadığı için de bu söylemde bulunup ta riyakâr olmayalım. Yolunuz açılmadı diye, kapınızın önüne asfalt dökülmedi diye, işyerinize ayrıcalık tanınmadı diye veya hakem penaltımızı vermedi diye hemen “sahapsız” mı olduk?

Hem kim efendi olmuşta bize sahip çıkmış; önce onu anlayalım ki, hal ve hareketlerimize de ona göre çeki düzen verelim de birileri bizim sahibimiz olsun. Sahip olan bir tek ALLAH tır. Sahipsiz kalışımızı bu yönde irdeliyor isek o zaman vay halimize, bu söylemin düşüncesinde bile şirk vardır, sıkıntı vardır. Yok, eğer bu söylemi değişmeceli anlamda siyasi iktidar için, yerel yönetim kadrosu için, kurum ve kuruluşların amirleri için, özel sektör kurumsalları ve hatta anne babamız için kullanıyor isek o zaman da suç yine bizimdir dememiz lazım.

Öyle ki; halk olarak bizim kullandığımız oyların neticesinde bizi yani halkı temsile çalışan ve elindeki imkânlar doğrultusunda, bize yani halka hizmet eden bu geçici tasarruf sahiplerinin denetimi de yine bizlerin yani halkın kendi elindedir. Bunun adına demokrasi demiyor muyuz? Kendi anne ve babamızın durumu da ha keza öyle değil midir, silsile yolu ile nasıl bir şekilde yetişmiş isek o şekilde de yaşarız. O zaman kışın ortasında kar yağdığı zaman neden “yağar oğul yağar, sahapsız memleket kar da yağar dolu da” demenin mantığı nedir? Hiç düşünmeyiz ki kar yağması, yağmur yağması için kurban kesen, duaya çıkanlarımız bile vardır. Eee Nasıl olacak şimdi. Kar yağar ise sahapsız memleket, yağmaz ise sahaplı memleket mi oluyoruz.