Haluk Tepe


Bir Çikolata Alır Mısınız?

.


 

 Ömer ve Tolga, üniversite hazırlık kursu sınıfında öğrenciydiler.

Bir ders arasında Tolga, test soruları çözen Ömer’e yaklaştı ve konuşmaya başladı: “Ömer, sana bir şey sormak istiyorum. Hepimizden daha fazla çalışıyorsun. Ders aralarında bile test çözüyorsun; derste hiç konsantrasyonunu kaybetmiyorsun. Tüm ödevlerini yapıyorsun; tüm hazırlanma önerilerini yerine getiriyorsun. Sinemaya gitmek gibi birçok teklifimizi bir kenarda bırakıp ders çalışmaya devam edebiliyorsun. Bildiğim kadarıyla okulda da, dershane sınavlarında olduğu gibi müthiş bir başarın var. Bense senden daha farklı olarak çalışamıyorum. İlk fırsatta dalga geçmek istiyorum. Bırak ders aralarında çalışmayı, ders çalışmam gereken zamanlarda bile ders çalışmak istemiyorum. Senin motivasyonunun sırrını merak ediyorum. İnsan nasıl olur da havuz problemi çözmek, açı ortayların kurallarını öğrenmek ya da ekinoksun anlamını ezberlemek için senin kadar motivasyon sahibi olur; istekli olur?”

Ömer, önündeki test kitabını, arasına kalemini koyarak kapattı. “Tolga, benim gittiğim anaokulunda çok ilginç bir öğretmen vardı. Yanılmıyorsam beş yaşındaydım. Bize çok ilginç bir uygulama yaptı. Bir gün arasında elinde büyük bir kutu çikolatayla bizi önüne topladı ve şöyle dedi: ‘Çocuklar, elimde büyük bir kutu çikolata var. İki imkanınız var. İsterseniz, hemen bu kutudan bir çikolata alabilirsiniz ya da oyuncaklarınızı toplar ve on dakika sonra istediğiniz kadar çikolata alabilirsiniz. Ancak hemen bir çikolata almayı seçerseniz bir daha çikolata alamazsınız. Oyuncaklarınızı toplarsanız istediğiniz kadar çikolata alabilirsiniz.’ Öğretmenimiz böyle dedikten sonra, grubun çoğunluğu hemen çikolata kutusuna yönelip birer çikolata aldı. Ben ve birkaç arkadaşımız ise, oyuncakları toplamaya kutularına koymaya başladık. Gerçekten on dakika sonra öğretmen söz verdiği gibi oyuncakları toplayan bizlere istediğimiz kadar çikolata verdi. Bu arada önden tek çikolata alan arkadaşları! mız bizi seyrediyor; imreniyor; ilk yedikleri çikolatanın devamını istiyor ama çikolata yiyemiyorlardı.”

Tolga, “İyi de bütün bunların üniversite sınavına hazırlanma konusunda motive olmakla ne ilgisi var?” diye sordu.

Ömer, “Çok ilgisi var.” dedi ve devam etti: “Ben bu olaydan şöyle bir ders çıkardım kendime. Hayatın her anında istediklerimize ulaşabiliriz aslında. Bir parça çikolata da olabilir bu. Bir film izlemek de olabilir. Gezmeye gitmek de olabilir. Biraz daha uyumak da olabilir. Arkadaşlarla sohbet etmek de, bilgisayarda oyun oynamak da, televizyonda bir dizi izlemek de. İşte bunlara üniversite sınavına hazırlanırken erişmek, tek bir çikolatayı peşin olarak almak ve tek bir çikolatayı almaya razı olmak demektir. Ben bugün çok çalışıyorum; benzetme yerindeyse oyuncakları toplamaya devam ediyorum. Çünkü çikolataların hepsini istiyorum. Önümüzdeki yıl istediğim bölüme girdiğimde, bugün yapamadığım her şeyi bol bol fazlasıyla yapacağım. Sinemaya da gideceğim, arkadaşlarla da gezeceğim, bilgisayarda oyun da oynayacağım. Ama eğer bugün bunları yapacak olur istediğim bölüme giremezsem; önümüzdeki yıl yine sınava hazırlanmak zorunda olacağım ve istediğim bu faaliyetleri yapmak için özgür olmayacağım. Aklıma ders çalışmanın dışında bir şey geldiğinde, önden tek çikolatayı alan ve biz çikolata kutusunu bitirirken bizi izleyen arkadaşlarımızın pişmanlık dolu bakışları aklıma geliyor ve büyük bir motivasyonla derslerime odaklanıyorum. İşte benim sırrım bu.”

Tolga, Ömer’in öyküsünden çok etkilendi ve o da çikolatalardan istediği kadar almaya karar verdi. Sonunda Ömer, Boğaziçi Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölümü’ne, Tolga da İTÜ-Elektronik Mühendisliği’ne girmeyi başardı.

Nefs-i insaniye, muaccel ve hazır bir dirhem lezzeti; müeccel, gaib bir batman lezzete tercih ettiği gibi, hazır bir tokat korkusundan, ileride bir sene azabdan daha ziyade çekinir. Hem insanda hissiyat galib olsa, aklın muhakemesini dinlemez. Heves ve vehmi hükmedip, en az ve ehemmiyetsiz bir lezzet-i hazırayı, ileride gayet büyük bir mükâfata tercih eder. Ve az bir hazır sıkıntıdan, ileride büyük bir azab-ı müecceleden ziyade çekinir. Çünki tevehhüm ve heves ve hiss, ileriyi görmüyor belki inkâr ediyorlar. 13. LEM’A

Akibeti görmeyen, bir dirhem hazır lezzeti, ileride bir batman lezzetlere tercih eden hissiyat-ı insaniye, akıl ve fikre galebe ettiğinden ehl-i sefaheti sefahetten kurtarmanın çare-i yegânesi; aynı lezzetinde elemi gösterip hissini mağlub etmektir. Ve âyetin işaretiyle; bu zamanda âhiretin elmas gibi nimetlerini, lezzetlerini bildiği halde, dünyevî kırılacak şişe parçalarını onlara tercih etmek, ehl-i iman iken ehl-i dalalete o hubb-u dünya ve o sır için tâbi’ olmak tehlikesinden kurtarmanın çare-i yegânesi, dünyada dahi cehennem azabı gibi elemleri göstermekle olur ki; Risale-i Nur o meslekten gidiyor. Yoksa bu zamandaki küfr-ü mutlakın ve fenden gelen dalaletin ve sefahetteki tiryakiliğin inadı karşısında Cenab-ı Hakk’ı tanıttırdıktan sonra ve Cehennem’in vücudunu isbat ile ve onun azabı ile insanları fenalıktan, seyyiattan vazgeçirmek yolu ile ondan, belki de yirmiden birisi ders alabilir. Ders aldıktan sonra da, “Cenab-ı Hak Gafur-ur Rahîm’dir, hem Cehennem pek uzaktır.” der, yine sefahetine devam edebilir. Kalbi, ruhu hissiyatına mağlub olur. İşte Risale-i Nur ekser müvazeneleriyle küfür ve dalaletin dünyadaki elîm ve ürkütücü neticelerini göstermekle, en muannid ve nefisperest insanları dahi o menhus, gayr-ı meşru lezzetlerden ve sefahetlerden bir nefret verip aklı başında olanları tövbeye sevkeder. O müvazenelerden, Altıncı, Yedinci, Sekizinci Sözlerdeki kısa müvazeneler ve Otuzikinci Söz’ün Üçüncü Mevkıfı’ndaki uzun müvazene; en sefih ve dalalette giden adamı da ürkütüyor, dersini kabul ettiriyor. Meselâ; Âyet-i Nur’da, seyahat-ı hayaliye ile hakikat olarak gördüğüm vaziyetleri gayet kısaca işaret edeceğiz. Tafsilini isteyen Sikke-i Gaybiye’nin âhirine baksın. 15.ŞUA